18 Aralık 2013 Çarşamba

Paris'te aşk başkadır...(II)

(Bu yazıyı Charles Aznavour ‘un ‘She’ isimli şarkısıyla dinlemeniz şiddetle tavsiye olunur hatta bakın şuradan dinleyebilirsiniz : http://www.youtube.com/watch?v=nxaZMreym88 )

Evet aşağıya indiğinizde Eyfel’e yakın görmek isteyebileceğiniz Ecole Militaire(Askeri Okul) binası var,hava güzelse Sen Nehri’nde botlarla yapılan turlara katılabilirsiniz,biz çok soğuktu yapmadık.Nehir turu da ilginizi çekmiyorsa Eyfel’den çıktıktan sonra Sen nehrinden Pont d’Iéna (Jena Köprüsü) aracılığıyla geçerek kendinizi Avenue du President Kennedy’de (Başkan Kennedy Bulvarı) bulabilirsiniz.Burada Palais de Chaillot ve Musee Guimet,Galliera,de l’Homme et de la Marine,Cite de l’architecture et du Patrimoine bulunuyor.Bizim vaktimiz olmadığı için gezemedik burada çok fazla.Bunun yerine kendimizi Paris caddelerinde kaybetmeyi tercih ettik.


Paris sokakları


Paris sokakları




Museé du Louvre’a ulaştık böylece.Yalnız kuyruk oradan Fizan’a kadar uzandığından bahçesinde gezmekle,bahçesinde cam pencerelerden içeri bakmakla yetindik,siz eğer girmek istiyorsanız ,Louvre Müzesiyle ilgili ayrıntılı bilgiyi şuradan alabilirsiniz : http://www.louvre.fr/ .


Louvre

Louvre

Louvre


Tabi ki Louvre’un en tepesine dokunur gibi yaptığınız fotoğrafı da çektirdiniz,müzeye bizler gibi giremediyseniz,camlarına yapıştınız,kedinin kasap camına yapıştığı gibi,iç geçirdiniz,o zaman yola devam edelim J

Louvre'un camına yapışılarak çekilen fotoğraf



Eğer siz de benim sevgilim gibi espresso kahve müptelasıysanız,belirtmem de fayda var fiyatı  4,70 euro,bize oldukça pahalı geldi,çünkü İtalya’da 1-1,10 euro arasında. Biz yola devam ederken ara ara molalar verdik,kahvelerimizi içtik. Akşam da otele yakın bir Türk restaurantında yemeyi tercih ettik,oldukça şirindi,lezzetli yemekler de yaptığını söyleyebilirim,iki kişi yemek fiyatı 30-40 euro arasında tutuyor. Akşam da gezip eğlendikten sonra otelimize döndük.Sabah kalkar kalkmaz Notre Dame Katedrali’ne gittik. Notre Dame’ı aslında yürüyüp,gezerken,uzaktan görüp de tanıdığımız için o yöne doğru gittik. 

Notre Dame'a doğru giderken

Paris'te Türk izleri :/



Sen Nehrinin kenarında yürürken Notre Dame’ın doğu cephesi ve arka bahçesinde buluyorsunuz kendinizi,şehrin Cite adasında bulunuyor Notre Dame.Binanın mimarisinin muhteşemliğinden hemen sonra dikkatimi çeken ağaçların budanmasındaki sanat oldu,hepsi aynı hizada,dümdüz,o kadar etkiledi ki beni.Sanata,tarihe,sanat eserlerine önem verildiği gibi,bahçe düzenlemesine,peyzaja da çok önem veriliyor.

Notre Dame

Notre Dame doğu cephesi

Notre Dame doğu cephesi



Notre Dame doğu cephesi


Notre Dame Katedral girişi ücretsiz,kulelere ve hazine bölümüne giriş ücretli ,Notre Dame’la ilgili merak ettiğiniz ayrıntıları şuradan öğrenebilirsiniz : http://www.cathedraledeparis.com/spip.php?rubrique2 . Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu’nu(Aslında kitabın orijinal ismi Notre Dame de Paris yani Paris’in Notre Dame’ı dır ) okuduysanız,siz de bu katedralde gezerken yüreğinizde acıklı bir aşk hikayesini yüreğinizde taşırsınız,Quasimodo da hayaletiyle refakat eder size.Biz doğu tarafından geldiğimiz için asıl giriş olan batı cephesine ulaşana kadar baya yürüdük,iyi de oldu,gotik mimarinin ilk önemli eserlerinden sayılan katedralin dış cephesini de incelemiş,görmüş olduk.Ve nihayet batı cephesi girişi…

Notre Dame batı cephesi



Notre Dame batı cephesi



Sabah erken saatlerinde olmamıza rağmen inanılmaz kalabalık.Söylenenlere göre katedralin çanı restore edilirken çan eritildiğinde Parisli kadınlar mücevherlerini de içine attığı için bu orjinal rengi almış.Hemen sıraya girip biz de girdik kiliseye.Gerçekten etkileyici bir mimarisi var.İçeride para atıp kilisenin hatıra bozuk paralarından alabileceğiniz makineler var,biz birer tane aldık J Kiliseden çıkınca kiliseyi de izleyebileceğiniz,dinlenebileceğiniz merdivenler var,biz buradan kilisenin birkaç fotoğrafını daha çektikten sonra acıktığımızı fark ettik.Hemen Notre Dame’a çok yakın Notre Dame’ı da görebileceğiniz bir sürü cafeler var,biz bir tanesine attık kendimizi Parissienne Breakfast fix menu istedik birer tane,içinde çay/kahve,süt/taze sıkılmış portakal suyu,tereyağı,marmelat,brioche ekmek,kızarmış baguette ekmek vardı.Kişi başı 12 euro ödedik.


Hatıra Notre Dame paraları



Paris'te kahvaltı


Kahvaltımızı ettikten sonra  Ponts des Arts’tan (Sanat Köprüsü)geçtik.Bu köprü gerçekten çok güzel üzerinde aşıkların isimlerini yazıp köprüye bağladıkları asma kilitlerle süslü,tabi ki geleneği bozmadık,biz de yazdık adlarımızıJ Efsaneye göre burada asma kilitlerini kilitleyip,anahtarı Seine Nehrine atan aşıkların,aşkları hiç bitmezmiş,bir ömür birlikte olurlarmış,siz de yanınızda asma kilidinizi götürmeyi unutmayınJ 

Pont des arts


Burası Louvre ve Notre Dame’a çok yakın bulunuyor,biz buradan Concorde Meydanı’na(La Place de la Concorde) (Bu meydanın tarihi bir önemi de var,Fransız Devrimi sırasında giyotinler bu meydanda kurulmuş :/ ) gittik,burada fotoğraflar çekip,geçip gitmekti niyetimiz,bu meydanda La Grande Roue(Büyük dönme dolap:65 metre yüksekliğinde), Obélisque de Louxor (Luxor Obeliski,Luksor Anıtı:23 metre yüksekliğinde) bulunuyor,ayrıca Eyfel Kulesi ve ünü La Madeleine Kilisesi de görülüyor.

Concorde Meydanı,Luxor dikiti,dönme dolap

La grande roue(dönme dolap)


Dönme dolaba bindik,ve gerçekten yüksekmiş J Eyfel’de asansörde yaşadığım yükseklik korkusu,kaldırım yüksekliğinden korkmak gibi kaldı yanında.Bu dönme dolap çok sallanıyor,gerçekten çok sallanıyor,fotoğrafımı çektiğini sandığım hain sevgilimin elinde, ben ardarda korkudan dua ederken çekilmiş videolarım da mevcut.Eğer yükseklik korkunuz yoksa siz de binin,dönme dolabın yetişkinler için fiyatı 10 euro,manzara da gerçekten çok güzel.

Dönme dolaptan Concorde Meydanı,Luxor Anıtı,Şanzelize ve Zafer Anıtı


Dönme dolabın çıkışında fotoğrafınız otomatik olarak çekiliyor,isterseniz 5 euro karşılığında arkanızda La Grande Roue varken çekilmiş fotoğrafınızı alabilirsiniz. Biz buradan Avenue des Champs-Élysées’e (yani bizim bildiğimiz adıyla Şanzelize Bulvarı)geçtik(Şanzelize Yunan Mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion Ovaları’ndan adını almış,Fransızlar da dünyanın en güzel bulvarı diye anıyorlar)dünyada zenginliğin ne demek olduğunu merak edenlere güzel bir yanıt bu cadde.Ama gören gözler hem zenginlik hem fakirliği bir arada görebilir bu caddede.

Şanzelize'ye giderken yürüdüğümüz bir park




Şanzelize

Şanzelize'de sefalet ve zenginlik bir arada

Şanzelize’nin bir ucunda Arc de Triomphe (Zafer Anıtı) var,bu da caddeyi daha estetik kılıyor diyebilirim.Şanzelizeden sonra biz Zafer Anıtına da gittik.Şanzelize de dikkat etmeniz gereken 2 önemli konu var,bir tanesi yolda yürürken dilenciler göreceksiniz,söylenenlere göre bu dilenciler dünyanın her yerinden Şanzelize’ye dilenmeye geliyorlarmış,öteki dikkat etmeniz gereken durum ise,sokak sanatçılarını dinlerken kalabalıkta yan kesiciler olabilir,çantalarınıza dikkat edin.

Arc de Triomphe(Zafer Anıtı)

Zafer Anıtı

Zafer Anıtı




Zafer Anıtı’nı gezdikten sonra bizim hala biraz daha vaktimiz kalmıştı sight seeing otobüslerine tekrar bindik.Ben ilk yazımda bahsetmeyi unutmuşum ilk gün hop on hop off da denilen bu otobüslerden bilet almıştık, kişi başı fiyatı bir günlük bedeli 31 euro,2 günlük fiyatı ise 34 euro.Şehri gezmenin çok güzel bir yolu,yürüyerek gezemediğiniz yerleri de gezmiş oluyorsunuz,dilediğiniz yerlerde duraklarda iniyorsunuz,bir taraftan da kulaklıkla ,gezdiğiniz yerlerle ilgili önemli,tarihi bilgileri dinliyorsunuz.Özellikle çok yorulup,gezmeye devam etmek isteyenler için ideal! Otobüsle de her yeri iyice gezdikten sonra otele dönüp,çantalarımızı aldık ve istasyonun önünde ki caddeden hatıralık aldık birkaç tane,tabi ki olmazsa olmaz pastanelerin birinden ünlü makaronlardan aldık,biraz Fransız peyniri,çikolatası ve baget ekmeğini de aldıktan sonra trenimize bindik.

Yapmadan Dönme :

1-Eyfel’i görmeden,
2-Şanzelize’de yürümeden,
3-Notre Dame’a girmeden,
4-Soğan çorbasının tadına bakmadan,
5-Makaronlardan yemeden dönmeyin!!!
(Eğer şarap merakınız varsa Fransız şaraplarını,peynir merakınız varsa rokforu da unutmayın. )
(Eğer uslu çocuklar olursanız belki portakal suyunu gözünüzün önünde sıkıp şişeleyip,satan bakkal amcaları bile görebilirsiniz,kim bilir :) )

Adieu dostlar!

17 Aralık 2013 Salı

Paris'te aşk başkadır...(I)


Paris'in önemli gezilecek yerleri




Öncelikle söylemeliyim ki bu yazı özel istek üzerine yazılmıştır. Bana kalsa Paris anılarını toplamam baya zaman alırdı,hem ben çok üşengecim sanırım hem de Paris ne gez gez bitmişti,ne de yaz yaz bitiyor. Bu güne kadar gezdiğim yerler içinde güzellik,bende bıraktığı etki,estetik,vb. özellikleri dikkate alıp bir sıralama yaptığımda kesinlikle  Paris en en üst sıralarda yer alıyor.Benim için gerçekten en özel şehirlerden biri. O zaman hadi gelin hep beraber Paris turuna başlayalım…

Biz Paris için ,her zaman olduğu gibi, treni tercih ettik. Euronight’la saat 22.34’te Bologna’dan hareket eden trenimiz sabah 8.20 gibi Paris’teydi.Oldukça estetik bir istasyonu var Paris’in üstelik şehir merkezinde . Biz biletlerimizi alırken cuccetta olarak almıştık,ancak neredeyse hiç kompartımanımızda kalmadık. Cuccetta bir kompartımanda bulunan sağlı sollu 3’ er katlı yataklardan her birine deniyor.Biz restaurantta sabaha kadar oturup,sohbet etmeyi tercih ettik. Biletlerimizi kişi başı  100 Eurodan almıştık,gidiş dönüş 200 euro tutuyor (İtalya’dan başlayacağınız her yolculuk için tren seferleri ve fiyatlarına şuradan göz atabilirsiniz : http://www.trenitalia.com/ ). Sabah Paris’e varır varmaz istasyona (Gare de Lyon'da indik.)yakın bir yerden otel bulduk,otelimiz oldukça şirindi,resepsiyonist de hem İngilizce hem İtalyanca konuşabiliyordu.İletişimde hiç sorun yaşamadık o yüzden. Otelin kişi başı/gece fiyatı 50-60 euro tutuyordu ,kahvaltı da isterseniz  kişi başı 12 euro daha ödemeniz gerekiyordu,biz dışarıda kahvaltı etmeyi  tercih ettik. 
Gare de Lyon


Çantalarımızı bırakır bırakmaz önce yoruluncaya kadar çevreyi gezdik,sonra da ellerimizde otelden aldığımız haritalar, metroya binip La Tour Eiffel’in (Eyfel Kulesi) bulunduğu bölgeye gittik. Ben Eyfel’i uzaktan görür görmez çocuklar gibi sevinmeye başladım. Üstelik çocuklar gibi sevinen bir tek ben değildim,metrodaki Fransız turistler de Parissienne Parissienne diye bağırıp,kahkahalar atıyorlardı.Sonra birbirimizin heyecanına güldük hep beraber. Metrodan iner inmez binaların arasından Eyfel’i gördükçe bir neşe bir neşe bende sormayın gitsin.
La Tour Eiffel

La Tour Eiffel




Etrafında biraz gezdik,sonra acıkınca Eyfel’e yakın bir restauranta girdik,herkese göre bir şeyler bulmak mümkün,ama siz Paris’e gelmişken ünlü Fransız soğan çorbası  ‘la soupe a l’oignon’ un tadına bakmak istersiniz belki de.Adının çorba olduğuna bakmayın,bizim çorba anlayışımızdan oldukça daha yoğun kıvamı. Salatalarda yaygın olarak hardallı soslar kullanıyorlar.Ekmek olarak tabi ki baguette (baget ekmek) yeniyor.Peynirleri,şarapları nefis,oldukça çok çeşitli.Özellikle şuraya gidin diyebileceğim bir restaurant yok,hepsi oldukça şık,çok nefis yemekler yapıyorlar,fiyatları diğer Avrupa şehirlerine göre biraz daha yüksek iki kişi 50 euroyu gözden çıkarın ya da fast fooda yönelin. Karnımızı doyurduktan sonra Eyfel’in altına gittik yine.Sevgilim kuleye çıkmayı önerdi.Ben pek sıcak bakmadım,çünkü hava soğuk,kuyruk da çook uzundu.Hem bilet almak için hem kuleye girmek için 2 ayrı kuyruk vardı.Tabi içeride de asansöre girmek için ayrı bir kuyruk varmış,onu da içeri girince görecektik. Biletler hangi kata gideceğinize göre değişiyor.Yetişkinler için ikinci kata kadar merdivenli giriş 5 euro,ikinci kata kadar asansörlü giriş 8.5 euro,eğer bizim gibi en tepesine kadar çıkacaksanız  14.5 euro ödüyorsunuz(Biz 14 euro ödemiştik kişi başı,ancak fiyatlar güncellenmiş,siteden kontrol ettim az önce.)Eğer kış aylarında ziyaret etmeyi düşünüyorsanız (6 ocak -14 şubat 2014 tarihleri(bugünler de dahil olmak üzere) en üst kat için bilet online olarak satılmayacakmış,hava koşullarına göre,kulede satış yapılacakmış,bilginize.)sıkı giyinin hatta çok sıkı giyinin.Soğuk oluyor,dahası kulede yukarı doğru çıktıkça sıcaklık da düşüyor,hele rüzgar da varsa donuyorsunuz. Onun için artistlik yapmayın,modayı dert etmeyin,en kalın montlarınızı,berelerinizi,eldivenlerinizi,atkılarınızı beraberinizde getirin.Kuleye çıktığınızda hem yorgunluğunuza hem de o kadar soğuğu çektiğinize değiyor bence. Eğer yükseklik korkunuz varsa,bir kez daha düşünün tabi ki,bunun dışında girerken üzerindeki cam şişelerin içeri sokulmasına izin verilmiyor,çantalara falan bakılıyor,tehlikeli bir şeyler var mı diye. Ben kuyrukta beklerken etrafı gözlemledim.Niye bu yabancıların bebeleri bağırıp,ağlamıyor,çığlık atmıyor,ilginç.Üstelik 3-4 yaşından başlamak üzere bütün çocuklar kendi çantalarını,oyuncaklarını kendileri taşıyorlar.Bu yabancı anneler çok sorumsuz(!) canım.Bir de engelli ve yaşlılar da gelmiş Eyfel'i görmeye,onlar için de her türlü kolaylık sağlanmış,her türlü öncelik tanınıyor.Bu da ilginç geldi bana,yaşlılar kendileri yürüyememeye başladığı zaman eve hapsolur,öyle ölümlerini beklerler benim bildiğim,neyse ilginç bir yer burası demek ki...

Eyfel'in tepesinden Sen Nehri (La Seine)

Sen Nehri ve Paris

Eyfel'in tepesinden

Eyfel'in tepesinden


Paris’e kadar geldiniz,Eyfel Kulesi’ne kadar da çıktınız bir de yanınızda sevgiliniz varsa,evlenme teklif etmek isteyebilirsiniz,ya da evliyseniz aşkınızı tazelemek istersiniz belki de ya da kutlama yapmak istersiniz,işte bunu önceden düşündükleri için şampanya satışı yapıyorlar tam tepede kadeh fiyatları 12-21 euro arasında değişiyor. Ama derseniz ki beni şampanya kesmez,ben sevgilimle romantik bir yemek yemek istiyorum Eyfel’de,hay hay efendim onu da düşünmüşler;ikinci katta üç Michelin yıldızlı restaurantları var fiyatlar kişi başı 80-90 eurodan başlıyor,ama bir de paket fiyat var,cam kenarı,mum ışığında,şefin belirlediği bir menü iki kişilik fiyatı 750 euro. Ama bütçeniz kısıtlıysa,hava da güzelse,Eyfel’in hemen yanında ,Eyfel’i görebileceğiniz,çimlere yayılabileceğiniz Champ de Mars parkında,baget ekmeğiniz,rokfor peynirinizle minicik ,sevimli,romantik bir piknik yapabilirsiniz.Eyfel’le ilgili merak ettikleriniz için şu adrese göz atabilirsiniz : http://www.tour-eiffel.fr/, bahsettiğim yemeklerle ilgili menü ayrıntılarını da şuradan öğrenebilirsiniz : http://www.lejulesverne-paris.com/, şampanya barıyla ilgili ayrıntılar da burada : http://www.restaurants-toureiffel.com/index.cfm/page/LID/1/RID/2671 . Eyfel’e çıktınız en tepesinde Eyfel ve diğer ülkelerdeki en yüksek kulelerle yapılan kıyaslamalı panoları da gördünüz,Türkiye’yi de bulup,sevindiniz,fotoğrafını  da çektiniz gururla,bizim gibi,terasından Paris manzaralarını da çektiniz.


O zaman hadi inelim aşağıya.

13 Aralık 2013 Cuma

Tüketim çılgınlığı vs. Slow Food



Slow Food ya da Cittaslow kelimeleri sizlere bir şeyler çağrıştırıyor mu? Cittaslow İtalyanca 'citta' yani 'şehir' ve İngilizce 'slow' ‘yavaş kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış bir kavram Türkçeye çevirecek olursak sakin,yavaş şehir diyebiliriz biz. 'Slow Food'  da bu kavramın başlangıç kaynağı, İngilizce bir tabir ve 'yavaş yemek' anlamına geliyor,yani 'fast food' un zıt anlamlısı. Olur mu hiç öyle şey demeyin. Evet olur !Fast food'un ana teması hamburgerler,ne idüğü belirsiz yağlarda kızarmış patateslerse, Slow food'un temasını mis gibi yöresel yemekler,zeytinyağlılar oluşturuyor. Slow Food'un Türkiye ayağının ismi Slow Food Fikir Sahibi Damaklar Konviviyumu. 10 Aralık 'Terra Madre' (Toprak Ana) günü olarak festivallerle,etkinliklerle kutlandı dünyanın dört bir yanında. Peki Slow Food’un kurucusu Carlo Petrini deli miymiş,nereden çıkmış bu fikir diye merak edenlere küçük bir bilgilendirme; 1980 yılında ilk kez Mcdonald’s Roma’daki İspanyol Merdivenleri’nin tam dibine şube açmak isteyince,Mcdonald’s’a karşı eylem yapmış,halkı bilinçlendirmiş,sonrasında da sağlıklı yaşam ve beslenmeyle ilgili,kapitalist tüketim alışkanlıklarımızı ters düşecek şekilde çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazmış,tam olarak sağlıklı yaşam aktivisti ve gereksiz tüketime karşı bir insan. Dünyada düzenlediği etkinliklerle yaşadığınız toprakta ürettiğiniz sizindir anlayışıyla,yöreye has ürünlerin kaybolmaması için,yöresel peynirlerin yapımını anlatan,bu peynirleri tanıtan,belirli bir yöreye has taaa eskiden kalma buğdayların,doğal ekmek mayalarının takas edildiği,şehir bostanlarını teşvik etmeye yönelik bir sürü etkinlik yapıyorlar.Ben bu fikirle tanıştıktan sonra,balkonumdan saksılarımı hiç eksik etmedim.Mümkün olduğunca doğal ürünleri tüketmeye dikkat ettim,hatta zamanla yaşam tarzım oldu diyebilirim.İşlenmiş ürünleri mümkün oldukça tüketmiyorum,balkonumda aromatik otlar,domatesler,biberler hiç eksik olmaz.Turşumu,zeytinimi mümkün oldukça kendim yaparım,mümkün değilse kendisi yapmış insanlardan alırım JEkmeği de sıklıkla kendim yapıyorum,biraz da dışarıdan ekmek almaya üşeniyorum artık,tadı da daha güzel oluyor evde yapılanın.Yoğurdu da evde mayalıyordum,derken bir süre önce Slowfood Türkiye Fikir Sahibi Damaklar’ın facebook sayfasına göz atarken,evde yoğurt mayası yapımı diye bir konu dikkatimi çekti.Cümleyi baştan tekrar okudum,’evde yoğurt mayası yapımı’,evde yoğurt mayalamadan bahsetmiyor,bizatihi mayasını nasıl üretebileceğimizi anlatıyordu.Bir kaç gün sayfaya dönüp dönüp baştan sona tekrar tekrar okudum yazılanları.Başka kaynakları da araştırdım ve sonunda mayamı üretmeye cesaret edebildim.



Gelelim nasıl yaptığıma,ihtiyacınız olan şeyler çok basit sadece 15-20 kadar minik organik köy nohudu ve 1-2 bardak güvendiğiniz bir yerden aldığınız süt,bulamazsanız,markette satılan pastörize sütlerden de olabilir.Burada sihirli kelime pastörize süt olmalı,UHT süt olmamalı sütünüz.Sütünüz çiğse önce kaynatın ve pastörize edin (Eğer zaten pastörize etmişseniz,ya da pastörize süt almışsanız bu basamağı atlayın.)  ve 42 dereceye kadar ılımasını bekleyin(Pastörize sütü olanlar bu sıcaklığa gelene kadar ısıtmalılar sütlerini),eğer gıda için kullanabileceğiniz bir termometreniz yoksa serçe parmağınızı süte değdirdiğinde yanmaması gerekiyor,ama soğuk da gelmemeli,parmağınızın dayanağı sıcaklıkta olmalı.Temiz,kokusuz bir kavanozun içine nohutları atın(Nohutlar temiz olmalı ve çiğ olmalı,en güzeli daha önce de söylediğim gibi doğal olduğuna inandığınız nohuttur.).Nohutların üzerine 42 derecedeki sütünüzü dökün,kavanozun kapağını kapatın.Sonra sarıp sarmalayın kavanozu,bebeğiniz artık o kavanoz, gözünüz gibi bakmanız gerekiyor.Sımsıkı sarıp sarmaladığınız kavanoz bebeğinizin üşümemesi gerekiyor onun için sobaya yakın,kalorifer peteğine yakın bir yere bırakın.24 saat beklemeniz gerek(Benim içim içime sığmadı,evde olduğum zamanlarda dönüp dönüp başına gittim,tabi ki asla örtüleri açmadım,kıpırdatmadım,uzaktan sevdim yaniJ).24 saat bittikten sonra içindeki nohutları alın ve buzdolabına koyun kavanozu.12 saat buzdolabında dinlenecek ve bu süre sonunda bir süzgeç yardımıyla sütü süzün , evet o kaymağa benzeyen şey sizin mayanız J Yeniden aynı özelliklerdeki sütten 1-2 bardak kadar ısıtın 42 dereceye kadar,süzgecin üzerinizdeki mayayı süte ilave edin ,yeniden sarıp sarmalayın kabınızı,sıcak bir köşeye bırakın,12 saat beklesin orada .İlk yoğurdunuz olmak üzere.Yoğurdunuzun kıvamı dışarıda satılan yoğurtlardan daha sıvı olacak,tadı da tatlımsı.Hiç merak etmeyin,bu yoğurdu bir sonraki günkü sütü mayalamakta kullanacaksınız.O gün elde ettiğinizi de bir sonraki günde kullanacaksınız.Üçüncü yoğurdunuz ilk ikisine göre daha yoğun olacak,4.yoğurdunuz da 3.yoğurttan kıvamlı olacak. Bu aşamadan sonra yoğurdunuzu maya isteyenlerle paylaşabilirsiniz,daha da önemlisi yoğurt bitmeden bir sonraki yoğurdu mayalamanız gerek.Yoksa en başa dönersiniz.Evde yoğurt tükenmeden,kalan yoğurtla mayalamaya devam edin.
ilk gün

3. gün ve nihayet mayamız
Resim yazısı ekle
Resim yazısı ekle
4.gün ve ilk yoğurdumuz :)
5.gün, ikinci yoğurdumuz





E afiyet olsun,sağlıklı günlerde yiyin efendim!

8 Aralık 2013 Pazar

Rosso İstanbul/İstanbul Kırmızısı,Ferzan Özpetek


Geçtiğimiz kasım ayında Ferzan Özpetek Bologna'da 'Libreririe Coop' isimli kitabevinde imza günü düzenledi. Afişi gördüğümde biraz endişeliydim,çünkü aynı gün Milano'da (Şehir isimlerini özellikle İtalyan şehir isimlerini anadilinde kullanmayı seviyorum,aslına sadakat bir nevi...Milano:Milan) bir sınava girmem gerekiyordu,sınava girene kadar sadece sınava odaklıydım,çıktıktan sonra da imza gününe yetişmeye.Bana kalsa imkansızdı, çünkü 'il treno reggionale' denilen oldukça ucuz olup,ağır ağır giden,giderken de her şehre uğrayan trenle Milano-Bologna arası 2 saat 53 dakika sürüyor(düpedüz 3 saat işte) ve fiyatları 15.95 eurodan başlıyor. Sınavdan sonra istasyona vardığımızda saat hiç değilse 17.00'yi çoktan geçmişti,imza buluşması ise 18.30 da başlıyor. Sevgilim duruma el koydu, 'la freccia rossa' treninden bilet aldık, bahsettiğim tren 'kırmızı ok' anlamına geliyor,en hızlı tren oluyor kendisi yani.Aynı grup içinde 'la frecciargento' (gümüş ok,orta hızda) ve 'la freccia bianca' (beyaz ok/biraz daha yavaş,diğerler ikisine göre tabi ki) bulunuyor . Yolculuk bu trenle 1 saat 2 dakika sürdü,kişi başı fiyatı 40 eurodan başlıyor. Göz açıp kapayana kadar vardık Bologna'ya tabi ki,arada biraz kestirdik bile. İner inmez ben koşuyorum neredeyse,canım kocam güle güle arkamdan geliyor.Neyse vardık kitabevine,içerisi kalabalık haliyle,ama imzaya başlamamış henüz,söyleşi yapıyorlardı. Kitabı anlatıyordu,belki kitabın filmini yapabileceğinden söz etti, mart ayında vizyona girecek yeni filmi 'Allacciate le cinture' den (Kemerleri Bağlayın) bahsetti. Söyleşiden sonra kitabı imzalaması için sırada beklerken gözlemledim; dileyen herkesle fotoğraf çektirdi,nazik bir kaç soru sorup sohbet etti tek tek herkesle. Sıra bize geldiğinde kaç yıldır İtalya'da olduğumuzu,hangi işle meşgul olduğumuzu falan sordu,fotoğraf çektirdik ve imzalarımızı aldık. Bende bıraktığı intiba ne kadar nazik,ne kadar beyefendi bir insan olduğu oldu.Öyle samimi ,öyle alçak gönüllü ki. İtalyanca'ya o kadar hakim,Türkçesi o kadar düzgün...Gurur duydum!

Daha yolda otobüste başladım okumaya, son derece akıcı bir dille yazılmış. Kitapta Özpetek çocukluğuyla şimdiki zaman arasında gidip geliyor. Bir taraftan adeta bir masal dünyasına götürüyor bizleri,eski İstanbul'a,bir taraftan da 'Gezi Parkı Direnişi' nden bahsedip şaşırtıyor. Dedim ki iyi ki yazmış bu kitabı...Bir taraftan aşkın her halini anlatıyor,bir taraftan Boğaz'ın gün doğarken,batarken nasıl kızıl olduğunu,bir taraftan simitçilerden bahsediyor bir taraftan direnişin simgesi olan kırmızı elbiseli kızdan,annesinin kırmızı ojesinden.Onunla birlikte İstanbul'un kırmızı renklerini keşfedeceksiniz...Çocukluğundan,aşklarından bahsederken öyle samimi ki,o üzülürken siz de üzüleceksiniz,dinginliğinde siz de huzur bulacaksınız.

Ocak ayında Türkiye'de raflarda olacakmış Türkçesi,mutlaka alın şu soğuk kış günlerinde yanında bir fincan kahve,belki açık bir çay ya da bol tarçınlı bir saleple okuyun derim ben...Kim bilir belki yağmur yağar,camlardaki tıkırtısı da eşlik eder,kitabınıza...

7 Aralık 2013 Cumartesi

Masallar,kızlı-erkekli düşünceler...

Ey okur,
Sen de benim gibi rüyalarında dünyayı gezer misin?Ben sık sık rüyalarımda da dünyayı gezerim.Şaka değil,hani ülke ülke değil de,diyelim ki dağları özledim,hemen rüyamda dağlarda dolaşıyor bulurum kendimi.Şu günlerde daha çok denizi görüyorum rüyalarımda canım okuyucu.Uçsuz,bucaksız bir deniz,ufukta pamuk bulutlarla sarmaş dolaş olmuş.Dalgaların sesi,şıp şıp yüzünüze çarpan tuzlu,yosun kokulu deniz suyu...Rüzgar dalgalarla uzak denizlerin suyunu getirirken,uzak ülkelerin masallarını da getirir mi acaba bize...Kim bilir belki yelkenini tek nefesiyle dolduran denizcilerin masallarını ya da uçan halısının üzerinde dünyayı gezen Alaaddin'le Yasemin'in masallarını...

Hayat neden masallara benzemez canım okuyucu?Oysa o güzel masalları yaratan da aynı hayalci ademoğlu değil mi yine?Dünyayı yaşanmaz bir yer yapan da yine bizim türümüz.Doğanın muhteşem renkleri içinde uyum içinde yaşamak varken,savaşın,hasedin,açlığın kara renklerine buluyoruz yerküreyi. İtalya'ya ilk geldiğimde ilk dikkatimi çeken şeylerden biri; doğaya gösterdikleri saygı ve onu korumak için el birliğiyle çaba sarf etmeleriydi.İlk günlerde parklarda,bahçelerde hatta otoban yakınlarındaki minik yeşil alanlarda türlü hayvanları serbestçe gezerken gördükçe çok şaşırıyordum ve hemen nasıl olur diyordum,onları korumaları gerekmez mi,birileri avlayabilir! Sülünler,kuğular,ördekler,tavus kuşları,tavşanlar,kunduzlar,ceylanlar serbestçe gezindiğini gördüğüm hayvanlardan sadece bazıları. Yaşadıkça öğrendim ki zaten koruyorlar,hem de otokontrol sistemleri,kanunları o kadar gelişmiş ki...Her şeyden önce çocuklara okullarda en küçük sınıflardan itibaren evrim öğretiliyor,hayvanlar alemi,bitkiler alemi,güneş sistemi konusunda öğretim gördükleri gibi,bu minicik çocuklar Mezozoik Dönem,Jurrasic Dönem gibi pek çok jeolojik dönem konusunda bilgi sahibi oluyorlar,büyük bir kısmı da ailenin üyelerini sayar gibi dinazor türlerini sayıp,nasıl yaşayıp,türlerinin nasıl yok olduğuna dair teoriler üzerinde konuşabiliyorlar.

Peki dünya veletleri bu konularla meşgulken bizim insanımız neler ile meşgul?Yok çocuklarımızı sormayacağım.Avans veriyorum (insanın kendi milletine bu kadarcık masum bir torpil yapmasında sakınca görme sevgili okur:) )yaş olarak büyüklerle bir karşılaştırma yapmak istiyorum. Hadi bana çevrenizden yetişkin insanların neler ile ilgilendiğinden bahsedin. Ben başlayayım örneklere mesela; başbakanımız kızlı erkekli gençlerin nerede kalıp,nereye gittiğiyle,ne yaptığıyla ilgileniyor.Mahalledeki bakkal amca; öğrenci evine kimin girip çıktığıyla ilgileniyor. Anneler babalar çocuklarının hangi okulu,fakülteyi,hangi işi,hangi eşi seçeceklerine karar veriyorlar.Bu kararlar yeterli olmuyor tabi ki evlenirken düğünün nerede,nasıl yapılacağına,kimlerin geleceğine karar veriyorlar,evin nerede kurulacağına,eşyaların nereden,nasıl alınacağına,yatak odasının nevresim takımından,alınan geceliğe,pijamalara kadar herkesin karar verme hakkı mevcut. Bu konular dışında yatak odası konularına karışma hakkına başbakan dahil herkes sahip,onun tercihi belli üç çocuk, mahallenin esnafı karışır,komşusu karışır;'çocuk yok mu daha?' ,hayatında görmediğin uzak akrabası karışır 'çocuğu bekletmeyin,hemen yapın ha','bekleyin bir sene yapmayın',vs...

Ben şu iki yüzlülüğe karşıyım sayın okuyucu hayatın belli bir döneminde her türlü kız/erkek arkadaşlığı yasaklanırken,tabu kabul edilirken; başka bir döneminde sadece iki kişiyi ilgilendiren mahrem konularda bu kadar laubali biçimde fikrimizi sorulmadan belirtip,dayatmak sizce de ironik değil mi? Yahu rahat bırakın insanları, özel hayatlarını...İnsanların ebeveyni olmamız da,akrabası,tanıdığı,eşi-dostu,komşusu, olmamız da bizlere bu hakkı vermez,biz onların sahibi değiliz,onlar istediği sürece hayatlarındayız. Sanırım farkında olmadığımız bu. Onların tercihlerine,özel hayatlarına,mahremiyetine müdahale etme hakkımız,onların yerine seçim yapma hakkımız yok...
Buradaki hayatımın ilk günlerinde şok oluyordum,ailelerin çocuklarının hayatına gösterdiği saygıyı görünce.Belki bizler de bir gün  fikren ,ruhen ve medeni anlamda gelişmeyi başarırız,aynı mutlu sosyal hayatı deneyimleyebiliriz.

Keşke canım okuyucu o rüyamda gördüğüm uzak denizlerden,memleketlerden masallar getiren rüzgar bizim memleketimizin üzerine de esse, masallardaki gibi her hikayenin sonu mutlulukla bitse...

Gökten üç elma düşmüş biri masalı anlatanın başına,biri hayalcilerin başına,diğeri de bu masalı okuyanların başına ...




6 Aralık 2013 Cuma

Viyana (III)


...
  (Canım okuyucu bu yazıyı okurken Viyana'da yaşayıp, ölen Alman bestekar Mozart'ın 'Türk Marşı' isimli eserini dinlemenizi diliyorum.)

  Belediye Sarayının önündeki cümbüşe biz de katıldık bir süre,sonra yine şehri keşfetmeye koyulduk,belediye binasının az ilerisinde at arabaları bekliyor,turistik gezi için,onların hemen ilerisinde Milka standı vardı,üzerindeki kıyafetten bir din görevlisi olduğunu düşündüğüm, St.Clause'a da oldukça benzeyen beyaz sakallı,bıyıklı,saçlı bir tonton amcayla standa gelen çocuklar fotoğraf çektiriyordu.Bir de pano koymuşlar,gelen misafirlerin,çocukların,turistlerin,belki yerlilerin Viyana ve Noel dilekleri asılı.Çoğu Almanca olmakla birlikte çeşitli dillerden miniklerin dilekleri yazılıydı çoğunda :)Gecenin devamında gezmeye devam ettik bir süre daha,iyice yorulunca da otelimize geri döndük.Sabah erkenden kalktık,biraz da hayıflanıyoruz keşke gece biraz daha gezseydik,şöyle yapsaydık,böyle yapsaydık diye.Hazırlanıp kahvaltıya indiğimizde Arnavut abla vardı yine bizi sıcacık karşıladı ( Ben size Arnavut abladan bahsetmeyi unuttum,otele giriş yapmadan önce,odayı görmek istemiştik,bize odamızı gösteren hanım oluyor kendileri,biz kendi aramızda Türkçe konuşurken,Türksünüz değil mi,ben de Müslümanım elhamdülillah,dedi öylece tanışmıştık,çat pat bir kaç kelime Türkçe biliyordu,ama dünya tatlısı bir insan .) . Mini açık büfeden kahvaltılıklarımızı aldık,benim Avusturya kahvaltısında dikkatimi çeken bir kaç nokta oldu,ilki ekmekleri oldukça çok çeşitli,tam tahıllı ekmeklerden,çavdar ekmeğine,Fransız brioche ekmeğine kadar farklı seçenekler mevcuttu,diğeri ise turşular ve çeşitli ezmeler de vardı  açık büfesinde,şöyle söyleyeyim aç kalmazsınız :):)Kahvaltıdan sonra otelden çıkışımızı yaptık ama sırt çantamızı otelde,bizim gibi turistlerin çantalarını bıraktığı bölüme bıraktık.Hemen sonra çıktık yola yine,hemen akşam gittiğimiz Maria-Theresien Platz'a vardık ve hemen Kunsthistorisches Museum'a (Sanat tarihi müzesi) girdik. Biletler yetişkinler için 14 euro, 19 yaşının altındakilere,65 yaş üzerine ve öğrencilere ücretsizdi yanlış hatırlamıyorsam,26 yaş altındaki öğrencilere de indirim vardı yine.Merak ettiklerinizi www.khm.at ' e göz atarak öğrenebilirsiniz. Aşık oldum sayın okuyucu,bir müzeye aşık olunur mu deme,ben oldum,daha önce de Venedik'teki Doğa Tarihi Müzesine aşık olmuştum,o başka bir yazının konusu tabi ki.İlk olarak Mısır ve Yakın Doğu Koleksiyon Salonu'nu gezdik.Burayı gezerken bende oluşan ilk düşünce şu oldu ' Aman Allah'ım bu kadar çok tarihi eseri Mısır'dan nasıl ve hangi hakla getirmişler!'Gözlerime inanamadım büsbütün bir tarihi,kültürü taşımışlar,mumyalar,mezarlar,takılar,yazıtlar,her şey...O kadar kapsamlı bir koleksiyon ki,dünyada eşi az bulunur diye düşünüyorum.Tabi kültürün,tarihi eserlerin bu şekilde el değiştirmesi,ait olduğu topraklarda o tarihe sahip çıkılmaması beni çok yaraladı.Tabi Mısırlılara üzülmem Helenistik dönem koleksiyonunu ve Efes Koleksiyonunu gezerken son buldu,kendi halimize üzülmeye başladım çünkü sevgili okuyucu.Koleksiyon salonuna girişte dönemin sultanı tarafından hediye edildiği yazıyordu(çok affedersiniz burada lan diyeceğim),lan insan tarihini ,tarihi eserini hediye eder mi,hadi hediye edilmedi bu eserler diyelim,bunlar kaçırılırken nerede aklımız,gözlerimiz,vicdanımız acaba...Neyse müzeye geri dönelim efendim biz,müzede bulunan diğer galeriler ;madeni para koleksiyonu(Bu koleksiyonda da Türkiye'den gelen altın,gümüş sikkeler vardı.),resim galerisi ki içinde dünyaca ünlü bir çok ressamın ünlü bir çok tablosunu görmek mümkün (benim ilk aklıma gelenler Peter Paul Rubens,Lucian Freud,Tiziano Vecellio,Pieter Bruegel,Anthonis Van Dyck,Velazquez ve daha benim hatırlayamadığım pek çoğu),(Lucian Freud'un tabloları ilk kez sergileniyormuş bu arada,tablolarını 12 Ocak tarihine kadar bu müzede görmek mümkün hala.)silah ve zırhlar koleksiyonu,tarihi müzik aletleri koleksiyonu,Roman ve Helen Antik Dönem eserleri kolaksiyonu da diğer görülebilecek koleksiyonlar.

İspanya Kralı II.Philip

Sanat Tarihi Müzesi,Mısır Koleksiyonu

Maria-Theresien Platz

Biz sanırım 3 saatten fazla gezdik,ama beni bıraksanız 1 hafta boyunca çıkmazdım oradan ,siz de vaktiniz olursa mutlaka girin,gezin,görün derim.
Sanat Tarihi Müzesinden eserler






Bu kadar tarih bizi acıktırdı haliyle :)Hemen aynı meydandaki bungalov-butik dükkanların birinden patates aldık,biraz da başka atıştırmalıklar,Viyana'da patates inanılmaz popüler,atıştırmalık bu patateslerin 100 gramının fiyatı 2,5 euro idi,daha başka yiyecek alternatifleri de mevcut;sandviçlerin,kumpirlerin,çikolata kaplı meyve şişlerinin(benim favorim bu:))bisküvilerin,kestanelerin(kestanenin 9 tanesi de 2,5 euroydu bu arada) tadına da bakabilirsiniz hiç kuşkusuz.Ellerimizde atıştırmalıklarımız,nereye gideceğimiz konusunu netliğe kavuşturmaya başladık.Aslında ben hemen Schimetterlinghaus'a (kelebek evi) gitmek istiyordum,çünkü pazar günleri çalışma saatleri 10.00-15.45 arasıydı,saat biz bu tartışmayı yaptığımız sıralarda 12.00 civarıydı,eşim her gezideki rutinimiz olan sightseeing otobüsüyle gezmek istiyordu,biz onu mu yapalım bunu mu derken,bahsettiğim otobüsün tanıtımını yapan bir hanımefendi elindeki broşürle,bizi ikna etti çünkü 10 dk sonra kalkacağını,yolculuğun da 75 dk süreceğini söyledi.Aldık biletlerimizi(biletler kişi başı 15 euro ve 48 saat geçerli),normalde biz sıkılıncaya ve şehri iyice öğreninceye kadar epey tur atarız bu otobüslerle ama şehir sandığımızdan büyük,gezecek,görecek çok yer var,planlarımızın gerisinde kaldık haliyle.Ben bu sırada mızmızlanıyorum,Schimetterlinghaus kapanacak,yetişemeyeceğiz,ben şu kadar zamandır hayalini kuruyorum diye.Sonra otobüste tura başlayınca bir taraftan da kulaklıktan dinliyorum(kulaklık bilgilendirme ben İtalyanca dinledim,ama 7-8 farklı dil seçeneği vardı,maalesef Türkçe hariç)dikkatim başka yönlere kaydı,ya öyle miymiş,a orası kimin sarayı,a burada Goethe heykeli,şurada Mozart derken 75 dk sonra söz verdikleri gibi başladığımız yere döndük.İner inmez tabi ki Schimetterlinghaus'a gidiyoruz,ben neredeyse koşacağım :)Beklentimin çok büyük olması mı diyelim,daha önce Genova'daki Biosfera'yı görmüş olmam sebebiyle mi diyeyim,hafif bir hayal kırıklığı oluştu bende.İçerisini yağmur ormanı iklimi oluşturulmuş cam bir sera olarak düşünebilirsiniz.İçeride de türlü çeşitte kelebekler yetiştiriliyor. Biosfera'da kuş,hayvan türleri vardı,tabi ki Biosfera; Genova yazımın konusu olacak. Gelelim Schimetterlinghaus'a ,giriş bilet fiyatı yetişkin 6 euro,içeri girmeden önce ceketinizi vestiyere asıp da girmenizi öneririm,çünkü içerisi hem çok sıcak hem çok nemli. Doğaseverler,biyoloji düşkünleri ve tabi ki kelebekseverler için mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Schmetterlinghaus

Schmetterlinghaus
Benim şahsi fikrime gelince,kesinlikle daha büyük olmalıydı,ben çoook daha büyük bir yer hayal etmiştim çünkü.Ama yine de değer,Viyana'ya kadar gitmişken uğramadan geçmeyin.Maria-Theresien Platz'a 10 dk yürüme mesafesinde Hofburg'da bulunuyor Schimetterlinghaus.Buradan çıktıktan sonra bende tabi ki bir mutluluk bir sakinlik :) Belli mi olur belki bir gün benim de bir kelebek evim olur hayalleri...Derken efendim akşamüstü olmak üzere bizim tren saat 19.30'da yani epeyce vaktimiz var,vurduk tekrar kendimizi yollara,Sisi'nin Sarayı(Hofburg Sarayı)(Küçük bir aydınlatma:Hofburg Sarayı başta Habsburg Hanedanlığın olmak üzere bir çok hanedanlığına ev sahipliği yapmıştır,genellikle kışlık saray olarak kullanılmış ,Kraliçe Sisi'ye ait 6 oda sergileniyor yanlış hatırlamıyorsam.Haneden yazlık saray olarak Schönbrunn Sarayını kullanıyormuş.Bundan başka Kraliçe Sisi'den bahsetmek istiyorum,çünkü beni çok etkiledi,Sisi (Yani Sissi,tam adıyla Elisabeth Baveria),Bavyera Dükü Maximillian Joseph'in dünyalar güzeli kızı ve Avusturya-Macaristan İmparatoru I.Franz Joseph'in karısı,ayaklarına kadar uzattığı saçları,dillere destan güzelliği,halkın sevgilisi olmasıyla ünlü,acı dolu hayatı onu hüzünlü bir insan yapmıştır,bu da asiller tarafından,saray kurallarına karşı asi olması sebebiyle,nevrotik olarak damgalanmasına sebep olmuştur.)Avusturya Ulusal Kütüphanesi,Stephansdom(St.Stephan Kilisesi) ve o bölgede yaya trafiğine kapalı olan Graben Strasse'de kendimizi kaybettik. Masallar diyarı diye bir yer varsa eğer canım okuyucu,Viyana da o diyarın bir parçası olmalı.Dönüş yoluna geçmeden biraz alışveriş etmek isteyenler için de son derece geniş bir yelpaze sunuyor.

Hofburg Sarayı
Hofburg Sarayı'nın bir başka kanadı
Üstteki fotoğraf:Avusturya Ulusal Kütüphanesi
Alttaki fotoğraf:Sarayda kütüphanenin karşısı

Grabenstrasse
Bu şehirde Şinitzelin her türlüsü yapılıyor gerçekten,balıklısı,kırmızı etlisi,tavuklusu,seçim size kalmış.Şinitzeli en meşhur yer Figlmüller,sacher tortası en ünlü yer de Sacher Oteli tabi ki,ama şimdi bana derseniz ki diğerleri kötü mü Özlem,efendim yeni deneyimler her zaman güzeldir,bırakın burnunuz karar versin,nerede yiyeceğinize,güzel kokulara kaptırın kendinizi...Bize hafiften otelin yolu göründü haliyle,otelden çantamızı aldık,yolda burnumuzun karar verdiği bir yerde karnımızı doyurduk,sonra metroya bindik istasyona gitmek için,Mariahilfer Strasse'den bindik U6 hattına ve bilet ücreti 2,10 euro.Burada ilk yurtdışı deneyimi olacaklar küçük bir bilgilendirme; tren,metro gibi raylı sistemler için bilet alırken her zaman biletçi açık olmuyor,çünkü belli çalışma saatleri var,bunun yerine otomatik bilet satın alma makineleri var,yine metro binasının ya da istasyonun içinde bulunuyor bu makineler,biletinizi aldıktan sonra metroya y da trene binmeden hemen önce mutlaka bileti etkinleştirmelisiniz,bunun için de tarih-saat girdisi yapan ayrı küçük makineler var onlara okutmalısınız,okutmadan da giriş serbest,ama bu bedava olduğu anlamına gelmiyor,metro içinde,tren içinde ve otobüs içinde bilet kontrolü yapılıyor.Siz bilet satın almış olsanız bile eğer etkinleştirmemişseniz,maalesef ceza ödemek zorunda kalıyorsunuz.
Trene bindiğimizde ben hala en yakın ne zaman gelebiliriz tekrar bunu düşlüyordum.:)

Yapmadan Dönme!

1-Şinitzel, ve patates atıştırmalıklarından yemeden
2-Bol bol çikolata almadan
3-Melange kahve içmeden
4-Sokak sanatçılarını dinlemeden
5-Sokaklarında kaybolmadan DÖNME! :)

Graben Strasse

Hofburg Sarayı'nda gezen at arabaları

Stephansdom(St.Stephan Kilisesi)

Hofburg Sarayı'ndan Belediye Sarayının manzarası:)

Graben Strasse'deki bir pastanenin vitrini,evet sayın okuyucu bu heykel tamamen şekerden ve keklerden yapılmış:)