8 Mayıs 2014 Perşembe

Kalbimi Ljubljana'da bıraktım...Slovenya'nın başkenti,güzel şehir...(I)

Nisan ayının  neredeyse yarısı tatillerle geçti burada. Bizim planlarımız 1 Mayıs tatilini Hollanda'da geçirmekti,son andaki bir kaç aksilik yüzünden iptal etmek zorunda kaldık. Ama tam 4 gün tatil olunca 8 Mayıs da doğum günüm olunca evde geçirmek de istemedik,canımın içinin bana kıyağı diyebilirim bu seyahat için.Sevgilim Slovenya'ya gidelim dedi, ben önce pek emin olamadım bu fikirden,çünkü ertesi sabah tatil başlıyor,ben hiç bir araştırma yapmamışım,ne yapılır,ne yenir,nesi meşhur,aklımda bin tane soru işareti,tamam dedim olur.Kendisi daha önce bir kaç kez görmüş Slovenya'yı ama üzerinden çok vakit geçtiği için tekrar görmeye O da hevesli.Neyse sırt çantamızı hazırlarken hava durumunu kontrol ettim,yine de çok emin olamadım,hem kalın,hem ince bir şeyler koydum.Sabah Bologna'dan Trieste'ye kadar trenle gittik,Trieste'den de otobüsle Ljubljana'ya geçtik. Trieste'de biraz vaktimiz vardı,o vakti Trieste'de gezerek geçirdik,çantamızdaki azıklardan kuşları besledik,benim için baya eğlenceliydi diyebilirim. Otobüsle Ljubljana'ya giderken yemyeşil yollarda ağzım açık kala kala gittik,hatta ara ara ben kestirmişim.Ne yapalım miniğim bütün enerjimi sömürüyor resmen,o yüzden sıradan karbon pillerin ömrü kadar oluyor dinlenmeden geçirdiğim saatler :) Gülme ey yolcu gülme,hem hamile hem seyyah olunca insan böyle oluyor.Otobüsten inince 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra şehir merkezine ulaştık.Otel internetten bir kaç tane araştırmıştım,ama görünce beğendiğimiz bir otele girmeye karar verdik.Çok da iyi yapmışız,kesinlikle tavsiye ediyorum.Otelimizin ismi Grand Hotel Union idi,bir delux double room odanın gecelik kahvaltı dahil fiyatı 122 Euro idi,biz hem kahvaltıdan(kahvaltı açık büfe,bol çeşitliydi),hem odamızdan,hem de otelin sauna,havuz hizmetlerinden çok memnun kaldık.Kesinlikle tavsiye ediyorum,yeri de şahane Preseren Meydanı'nın hemen arkasında bulunuyor,Fransisken Kilisesi ile yan yana diyebilirim.Otelle ilgili diğer merak ettiklerinize şuradan bakabilirsiniz: http://www.union-hotels.eu/en/grand-hotel-union/ .Bu arada şimdi kontrol ettim,dedim Özlem o kadar anlatıyorsun,acaba Türkiye'den direkt uçuş var mı Ljubljana'ya,evet varmış haftanın her günü Türk Hava yolları ile uçmak mümkün görünüyor,ayrıntılara şuradan bakabilirsiniz: http://www.turkishairlines.com/tr-tr/ .Gelelim Ljubljana'ya...Siz de benim gibi yeşile aşık bir insan mısınız? Sessizliği,sakinliği mi seviyorsunuz?Tarihle yeşilin tonlarının koyun koyuna olduğu bu başkente bayılacaksınız o zaman...Şehrin bende bıraktığı etki bu kadar güvenli başka bir şehir görmemiş olduğum...Arkadaş hiç mi çingene olmaz bir şehirde,hiç mi evsizler olmaz,dilenciler olmaz,uyuşturucu kullananlar,alkolikler vs. olmaz...Olmadığı da oluyormuş demek ki...Polisi son derece etkiliymiş öğrendiğime göre,gel gelelim yollarda bir tane polis de görmedim,o da çok ilginç.Yollarda göremeyeceğiniz bir başka şey de çöp,yok arkadaş birisi de yere bir şey atmış olsun,bir pet şişe ya da bir şeyin paketi ne bileyim izmarit...Temizliğine da ayrıca hayran olacaksınız zaten.Çöplerini ayrıştırıp da topluyorlar yalnız çok ilginç çöp kutuları kartla çalışıyor.Fotoğrafını paylaşacağım zaten.Hatta durun şehri biraz da fotoğraflarla gezdireyim size...





Triple Bridge 'ten kalenin görünümü



Triple Bridge'ten Fransisken Kilisesi








Dragon Bridge (Ejderha Köprüsü)

Dragon Bridge (Ejderha Köprüsü)


















Taştan yapılan tablolar,gerçekten çok hoşlar.

Bahsettiğim çöp kutuları

Çöp kutularının kart girişleri



Butchers' Bridge (Love Bridge olarak da biliniyor)









Evet oldukça ıslak bu yağmurlu fotoğraflardan sonra en son fotoğrafta bir köprünün altında duran su motorlarını görebiliyor musunuz?İşte bizim yağmur yokken en güzel aktivitelerimizden biri o teknelerle gezmek oldu.Aslında tırtılla kaleye çıkmayı düşünüyorduk,her saat başı minik tırtıl otobüsler kaleye çıkarıyor insanları,ama biz ona da bakalım,şuna da bakalım derken,11'deki tırtılı kaçırınca biraz daha dolaşmaya karar verdik.Sevgilim tekne turunun afişini gördü Butchers' Bridge'te yani hemen üst fotoğraftaki köprü oluyor kendileri.Tanıtımını yapan kızla konuştuk kişi başı 8 Euro 50 dk sürecek olan bu tur için henüz 15 dk vardı,biz biraz bu üstte gördüğünüz fotoğrafı çektiğim yerde etrafı izledik,turun vaktine kadar.Fotoğrafta görebiliyor musunuz bilmiyorum oturduğumuz yerin nehre bakan yönündeki topraklarda buğday vardı,yeni yeni çıkmışlar,sanırım insanlar kuşlara yem atarken kendiliğinden yetişmişler,belki de kuşlar için özellikle ektiler.Sebep ne olursa olsun benim çok hoşuma gitti,çünkü kuşlar insanlardan hiç korkmuyor burada,dibinize kadar geliyorlar.Ne hoş bir düşünce değil mi?Tekne(ya da motor artık ne olduğunu tam bilemiyorum bu su vasıtasının) çok büyük değil ama küçük bir barı var ve lavabosu da mevcut.Bu tur boyunca dikkatimi yöre insanının oldukça arkadaş canlısı olduğu.Niye mi yerli halk bu turist vasıtasıyla gezenlere çoluk çocuk el sallıyordu,çok şahane değil mi?Hemen herkes güler yüzlü,nehrin kıyısında dinlenen,yürüyüş yapan insanlar,balık tutanlar,oyunlar oynayanlar...Gerçekten cennet gibi,tertemiz havasıyla...Nehirde kano yapan sporcular da vardı.Eğer vaktiniz bolsa bu turu yapmadan dönmeyin,bir başkent hem başkent olup hem nasıl bu kadar yemyeşil olabilir gözler önüne seriyor çünkü bu tur.Ljubljana ile dikkatimi çeken bir başka konu nüfusu oldukça genç,her yer gençlerle dolu bu üniversitesinin olmasıyla da ilgili muhakkak.Her yerde kitapçılar,sahaflar bulmanız,sadece tek başınıza oturup kahvenizi yudumlarken kitabınızı okuyabileceğiniz cafelerin sayısı da oldukça fazla.Hatta belki saçma bulacaksınız ama benim için gerçekten heyecan uyandırıcı bir şeydi,bir çok kafede yolu gören vitrinler tek başına gelip bir şeyler içip,kitap okumak isteyenler için özellikle düzenlenmiş...

(Devam edecek)

8 Nisan 2014 Salı

Côte d'Azur'un mis şehri Nice (II)

...
Odamızdan manzaramız tam olarak şöyleydi...
   

                                       
                                   


Epeyce yorulmuşuz,bu yüzden biraz dinlenip,bir şeyler atıştırmaya dışarı çıktık yine. Yemek konusunda şöyle söyleyeyim, eğer burada aç kalırsanız her yerde aç kalırsınız.Çünkü hem Türk restaurantlarının sayısı oldukça fazla,ben tercih etmiyorum ama fast food zincirleri de bir hayli çok,Özlem iki dakika saçmalama ne türk mutfağı ne fast food,tatile gittiğimde ben sadece oraya has lezzetleri tadarım diyorsanız tamamdır Nice tam olarak size göre...Deniz mahsulleri,akdeniz lezzetleri,pizzalar,omletler,pommes frites(patates kızartması bildiğimiz),peynirler,şaraplar,zeytinler,zeytinyağları,pastalar,kurabiyeler,çikolatalar,vs vs...Her zevke uygun bir şeyler bulmak mümkün.Ayak üstü yemeyecekseniz,herhangi bir restaurantta iki kişilik akşam yemeği 40-50 eurodan başlıyor.Yemekten sonra yürüyüş yapmadan olmaz,biz orada burada biraz dolaştıktan sonra,yine yürüyüş yoluna geçtik.Ne huzur dolu bir yer...Biz aylak aylak gezip kendimizi gözümüze kestirdiğimiz bir cafeye bir şeyler içmek için attık.Hem içeceklerimizi yudumluyoruz,hem de Nice'in gördüğümüz şehirlerle karşılaştırmasını yapıyoruz.Derken bir yağmur patlamasın mı dışarıda.Neyse önce çok umursamadık ama baktık ciddi ciddi yağıyor(Nice böyle ani yağmurlarıyla da ünlü,biraz Antalya gibi),bekledik bekledik dinmiyor,şemsiye mi nerede hava güzel,ağırlık yapmasın diye otelde bırakmışım...Baya iliklerimize kadar ıslanarak otele döndük.Ertesi sabah kahvaltımızı ettikten sonra(Otelimiz 5 yıldızlı olmasına rağmen Türkiye'deki 5 yıldızlı otel kahvaltıları düşünülünce oldukça sönük,ama üzülmeyin,aç kalmazsınız,açık büfede yeterince bol çeşit mevcut.Bu otelle ilgili değil,Avrupa'nın geneliyle ilgili bir sorun.)otelden çıkışımızı yaptık,sırt çantalarımızı da otele emanet ettik.Dışarı çıkar çıkmaz bir kalabalık bir kalabalık,karnaval,curcuna,çocuklar,çocuklar,her yerde çocuklar...İtalya'nın aksine Fransa, aileleri çocuk yapımı için teşvik ettiği için yer gök çocuk dolu.Birbirini tanımayan insanlar birbirine gülümsüyor,şakalaşıyor,selam veriyordu,herkes karnaval coşkusuna kendini kaptırmıştı.Herkesin elinde sprey kutusuna benzer kutular,herkes birbirine sıkıyor,yapışkan ip gibi,plastik gibi bir şey sürekli üzerimize sıkılıyor:)Konfetiler havalarda ...
























Eğer fotoğraflarla sizleri karnaval havasına sokabildiysem,yolumuza devam edebiliriz.Unutmadan karnavalın bu yılki teması gastronomiydi.Bizim bir sonraki durağımız benim görmek için çıldırdığım çiçek pazarı oldu.Çiçek pazarı demişken Nice'e gelince siz de farkedeceksiniz Nice'in yolları çiçek gibi kokuyor,sürekli etrafımda bir çiçek aradım durdum ben.Bu yüzden bence Nice mis gibi bir şehir,her yer temiz,pırıl pırıl,üstelik de her yer çiçek kokuyor,belediyesi bu kadar güzel çalışan başka bir şehir görmedim ben,bir gece önce karnavaldan kalan izler sabah olmadan siliniyor,temizleniyor yollardan,gece 3-4 sıralarında pencereden baktığımda aşağıda yollarda temizlik görevlilerini çalışırken görmüştüm.Çiçek pazarına gelince bende biraz hayal kırıklığı oluştu.Ben daha büyük bekliyordum açıkçası,ama bulduğumuz şirin bir sokak pazarı oldu.Olsun yine de çok güzel...Bu pazarda çiçeklerden başka,çeşit çeşit peynir,narenciye,reçel,çikolata,nugat,lavantalı sabunlar,zeytinler,zeytinyağları da bulabilirsiniz.Bir şehri tanımanın en güzel yollarından biri pazarlarını gezmek bence,siz de vakit ayırın derim ben.Eğer kaldığınız oteldeki fiyata kahvaltı dahil değilse hiç üzülmeyin,kahvaltınızı çiçek pazarı yakınlarında yapabilirsiniz,birbirinden sevimli cafelerle dolu burası.Hemen uyarmalıyım günün her saati çok dolu olduğu için servisleri hep çok yavaş.Bu pazarın çevresinde hediyelik eşya dükkanları da var bir dünya,belki hatıra bir şeyler almak istersiniz.Fiyatlar bir magnet için 4-5 eurodan başlıyor.Hediyelik lavantalı,zeytinyağlı sabunlar içinse ben pazardaki tezgahı öneririm,ortalama 8-10 euroya bir sabun paketi alabilirsiniz.Yine pazardan nugatların bulunduğu tezgahları es geçmemenizi öneririm,çeşitli doğal meyvelerle(turunç,portakal,badem,incir,fındık,fıstık ve bademin muhteşem kombinasyonları)hazırlanıyor,100 gr fiyatı ortalama 5 euro civarı bu ürünlerin.

Benim sevimli,mis kokulu sabunlarım








Çiçek pazarının bulunduğu pazara 'Cours Saleya' deniyor.Çiçek pazarının Fransızcası ise 'Marché aux fleurs'
Biz epeyce yorulduğumuz için bir cafede dinlenip bir şeyler yemeye karar verdik,aradan yarım saat-45 dk geçince de pişman olduk.İtalya'da yavaş servise alışkın olmamıza rağmen,bu çiçek pazarına nazır şirin cafede servis inanılmaz yavaştı.Basit birer omlet ve birer bardak portakal suyu fiyatının iki kişi için fiyatı yaklaşık 35-40 euro. Karnımız doyduktan sonra yürüyüş yolunun en sonuna kadar gittik,marinası var o civarda gezdik,dönüşte de ara sokakları kullandık,yolda 'Castle Hill' denilen kalesini görmüştük,ancak dürüst olayım sadece benim yüzümden yürüyerek tırmanmaktan vazgeçtik,çünkü kendime güvenemedim,oldukça dik bir kale,eğer sizin yolunuz da Nice'e düşerse,sağlık durumunuz iyiyse,benim gibi karnınızda bir canlı daha yoksa belki yürüyerek çıkmayı tercih edebilirsiniz.Kaleye çıkma fikri aklımızda, marinadan dönüş yoluna geçtiğimizde şu aşağıdaki miniklerle ahbaplık ettik.





Özlemcim bir de şu kalenin aşağıdan nasıl göründüğünü paylaşsaydın diyenlere buyrun efendim:

Castle Hill

Castle Hill

Marinaya doğru giderken yürüyüş yolunda,yolun karşı tarafında I.Dünya Savaşı Nice'li olup da savaşanların hatırasına bir anıt yapılmış onu da görme fırsatımız oldu.

I.Dünya Savaşı Anıtı
Parkurumuzu tamamlayıp,başladığımız yere döndüğümüzde aklımızda iki katlı turist otobüsleriyle şehri gezmek vardı.Daha iyisini bulduk!Bir tırtıl!Oldukça alçak,tırtıl şeklinde,Türkiye'de sadece lunaparklarda görmüştüm,öyle bir taşıt,vagonlardan oluşuyor,yan camları açılır kapanır plastik örtüden ibaret,bir gezi aracı.Yaklaşık 2 saat sürüyor,yanlış hatırlamıyorsam yolculuk,şehrin en güzel,en can alıcı yerlerinde dolaşıyor,eski şehir merkezi,en ünlü meydanları ve tabi ki Castle Hill'e tırmanıp mola veriyor!Bundan iyisini nerede buluruz,hemen bindik,kişi başı yetişkin ücreti 8 Euro.Kulaklık dağıtıyorlar,bir taraftan güzel güzel dinliyorsunuz geçtiğiniz yerlerin hikayesini,dil seçeneklerinde Türkçe yok yine maalesef,ama Fransızca,İngilizce,İtalyanca,İspanyolca,Almanca,Arapça ve Japonca vardı seçeneklerde.Biz İtalyanca'yı tercih ettik,İtalyanca demişken bu şehrin eski sahipleri İtalyanlar olduğu için İtalyanca oldukça geçerli bir dil.Ancak; açıkça söyleyeyim İtalyanca iletişim kuracaksanız bir miktar ırkçılığa da mazur kalabilirsiniz,şehrin eski sahiplerine karşı pek de misafirperver değiller.Yolculuk boyunca kentin bu eski sahiplerinin inşa ettiği binalar arasından,meydanlardan geçtik,derken Castel Hill'e doğru yöneldik.Kulaklıktan dinlediğim hikayeye göre buradaki mezarlık önce sadece Hristiyanlar içinmiş,daha sonraları ünlü sanatçılar,şairler,yazarlar ve hatta devlet adamlarının da  gömüldüğü bir de İbrani mezarlığı ilave edilmiş.Kalenin içinden geçen bu yol gerçekten çok huzur verici,ağaçların gölgelendirdiği bu yolda ilerlerken kuş seslerini dinleyip,mis ağaç kokusunu,oksijeni içinize çekiyorsunuz.En sonunda tepede tırtılımız durduğunda,herkes manzara teraslarına koştu.
















Kalenin içi bir çeşit mesire alanı gibiydi,piknik yapanlar,dinlenenler,kitap okuyanlar,müzik dinleyenler,oynayan çocuklar...Vaktimiz olsaydı ben de onlara karışmak isterdim...

Bu da kalenin tepesindeki büfeden aldığım meybuz,şu hamilelik de aşermek de çok ilginç şeyler,ama aşerdiğin meybuzu Nice'in tepesinde bulmak daha ilginç:)



Buradan dönüşte biz kendimizi yine karnavalın kollarına bıraktık..

Nice'e gittiğinde yapmadan dönme!

1-O müthiş yürüyüş yolunda yürümeden,
2-Castle Hill'e çıkmadan,
3-Mevsim yazsa denize girmeden,
4-Çiçek pazarında dolaşıp,lavantalı sabunlardan almadan,
5-Deniz ürünlerinden tatmadan.

Yolunuz açık,yolculuğunuz neşeli olsun!